29 Eylül 2016 Perşembe

OYUNUN KURALLARI



         Oyunda kuralları kim belirler?

         Her oyunu kuralına göre mi oynarsınız?

         Peki kuralları çiğnerseniz ne olur?

       
        Her oyunun kuralları farklıdır . Ezberlenmiş kurallar. Herkes de sorgusuz bu kurallara uyar. Örneğin saklanbaç , Ebe gözlerini kapatır sayar . Herkes saklanır vs. Zaten bilirsiniz nasıl oynadığını. Siz hiç ebe iken gözlerinizi aralayip baktınız mı kim nereye saklanıyor.Peki bunu yaparken farkedilirseniz ne olur. Kimse sizi bi daha oyuna almaz. Hile yapıyorsun , kandırıyorsunuz diye. Ya da okey oynuyorsunuz herkeste on dört taş var sizde 17 olursa ne olur yine aynısı bi daha kimse sizinle oynamak istemez. Doğru mu? Peki herşeyi kuralına uygun oynarsaniz ne olur ? Belki ya da çoğu kez kaybedersiniz oyunda ama her oyunun aranan kişisi olursunuz ...

          Şimdi iki durumu değerlendirelim. İlkinde kuralları çiğneyip bu durum anlaşılana kadar ; yani kuralları deldiginiz, kazanırsınız... Sonra bir daha aynı grup sizinle oynamaz. Ama başkalarıyla oynarsınız. Ve her kazandığınız oyunu kâr sayabilirsiniz.

          İkinci durumda ise, kurallara uyarsınız. On oyundan belki birini kazanabilirsiniz. Onda bir ... Ve sizinle ilgili " Kurallara uygun oynadı" bile denmez. Sıradan bir oyun arkadaşı olursunuz. Ama kendinize ben doğru olanı yaptım dersiniz yani kazancınız bu olur. Ve de hep aynı grupla aynı oyunlar. Bir süre sonra da zaten hep kaybediyorum oynamak istemiyorum der bırakırsınız. Çünkü oynadığınız o oyun grubunda mutlaka kuralları çiğneyen ve kazanan biri vardır . Sizi oyuna o kadar kaptırirsınız ki kendinizi ne onu farkedersiniz ne de neden her seferinde kaybettiğinizi.

       Şimdi bu iki durumu da düşünürsek , oyunu kuralına göre oynamak aslında o kadar iyi değilmiş gibi geliyor değil mi. Belki de bazen o kuralları çiğnemek gerekiyor. Yani empati yapmak için bile olsa bunu denemeli. Çünkü hiçbir oyunda aferin çok dürüstsün , yenildin ama olsun bak sen dürüstsün diye ödül alan olmamıştır. Belki de kazanılan oyunlardır kimileri için çetele , o oyunu nasıl kazandığı değildir.


         Oynadığım hiçbir oyunda kuralları çignemedim. Ama bu yüzden de hep kaybettim oyunları. Galiba mesele kuralları çignerken bunu kimseye belli etmeden sessiz ve sinsice yapabilmek işte gerçek kazananlar onlar . Yani kazandıkları bir oyun dahi olsa elinde kazanılmış bir oyun oluyor neticede...

         Her oyunun bir kuralı olmak zorunda değil oynayan kişilere göre kurallar değişebilir ve bütün kurallar da bazen çiğnenebilir... Yani kuralları yıkan çok var ve hiçbişey de olmuyor:)







      

27 Eylül 2016 Salı

ELLERİM BOMBOŞ



          Senden ayrılmadan önce bilmiyordum hiç hayatın anlamsızlığını,
          En güzel şeylerin bile yavan kaldığı aklımın ucundan geçmezdi,
          Sen misin bu hallerde olmama sebep , inanmak gelmiyor içimden,
          Oysa ki durmaksızın süren kavgalar meğer aşkın cilveleriymiş.
          Ellerim bomboş ,yüreğimde bir sızı,
          Ateşe atılmış bir demir gibi kor hala,
          Ellerim bomboş, gözümde yaşlar var,
          Güneşin kavurduğu bir çöldeyim.



         Sabah okula gelirken radyoda çıktı bu şarkı.Bilmem hatırlar mısınız.90lı yılların şarkılarındandır.Fatih Erkoç söylerdi.Ben merak ediyorum bu sözcükler nasıl bir araya geliyor.Ne güzel ifade ediliyor duygular.Duygular kelimelerle dillendirilmese ne zor olurdu herşey.Peki bunu yapabiliyor muyuz?

        Bence birçok insanın zorlandığı bir konu bu duygularını ifade edememek.Gerçekten ne hissettiğini karşı tarafa iletememek. Örneğin birine çok kırılıyorsunuz.Sizde kızgınlık,üzgünlük  duygusu ortaya çıkıyor.Birçok insan bunu karşı tarafa iletmeden kendi içinde yaşıyor.Kendi kendine küsüyor, karşı tarafın bundan haberi bile olmuyor çoğu zaman.Şunu yapamıyoruz yani.''Ayşe senin yaptığın şu davranışın beni çok üzdü,bunu yapman için bir nedenin var mıydı?''Sonra o da mutlaka bununla ilgili bir açıklama yapacaktır.Örneğin ''Evet öyle davrandım,çünkü senin söylediğin şu söz yüzünden''gibi gibi...Ya da ''Aslında öyle davranmak istemedim acaba yanlış anlamış olabilir misin?''de diyebilir.Çok çok basit bir diyalog belki bir arkadaşlığı, bir dostluğu, bir ilişkiyi kurtarabilir.Biz bunu ilkokul birinci sınıftan itibaren derslerimizde işliyoruz.''Duyguların Dili'' diye bir konumuz var.Kendini ifade edebilmek üzerine.Ne hissettiğini karşı tarafa iletebilmek kazanımı üzerine.Çünkü bunu yapmak gerçekten zorlandığımız bir şey. İyi hissettiğimizi de söylerken çekiniyoruz.Mesela birinin sizin için yaptığı bir şeye çok sevindiğinizde bunu dile getirmiyoruz.Mutlu olduğunuzda ''Sen varsın diye mutluyum''diyemiyoruz.Bana sevgiyle bakmandan, elimi tutmandan mutluyum demek çok kolay.Ya da sensizlik beni çok üzüyor , mutsuzum diyebilmek de aslında kolay olmalı.Peki neden yapamıyoruz.Bunları yapamamamızın  hepsinin temeli aslında kendimizi yeterince tanımamak olduğunu düşünüyorum ben.Neyin bize ne hissettirdiğini önce kendimiz bilmiyoruz ki,bunu karşı tarafa iletelim.Bizi ne üzer ne mutlu eder kendimizi tanımadan sağlıklı bir iletişim zaten kuramıyoruz.

            Kendini tanımak için de.Maslowun ihtiyaçlar hiyerarşisi geliyor ilk benim aklıma.Bu ihtiyaçlar hiyerarşisinde alt basamaklar gerçeleşmeden kendini tanıma basamağına geçemiyorsun.

İşte kendini tanıma , gerçekleştirme en üst basamak oluyor.


 Şimdi kendinize sorun acaba siz hangi basamakta takılıp kalıyorsunuz.Bir üst basamağa geçmenize engel olan, eksik olan ne ise önce onu tamamlamanız gerekiyor.Yoksa olmuyor arkadaşlar yani herşeyin neden olduğunun bilimsel açıklaması var.Duygularınızın bile, daha doğrusu duygularımızı neden ifade edemeyişimizin.

                     Bugün buna çalışalım bakalım hangi basamaktayız, hangi madde eksik ve nasıl çözümleriz.Ancak o zaman kendimizi tanırmışız:)





26 Eylül 2016 Pazartesi

KIRIKHAN KAFASI



         
 Ya ben ne zaman bu Kırıkhan kafasından çıkacağım acaba.Yani on altı yıl oldu Kırıkhandan ayrılalı , son on yılımı da İzmir gibi bir yerde yaşamama rağmen hala içimdeki Kırıkhan kızını neden değiştiremiyorum.

        Şimdi nasıl oluyor bu Kırıkhan kafası diye soran olursa, azıcık anladıklarımı anlatmaya çalışayım.Kırıkhan, ben oradan ayrıldığımda altmış sekiz bin nüfuslu , Hatay'ın bir ilçesi.Sadece bir ana caddesi olan , bir tane çay bahçesi olan(Ona da sadece erkekler gider),bol miktarda kahvehanenin yer aldığı Kırıkhan ,bir ovadır.Halkının geçim kaynağı tarımdır.Pamuk tarlaları vardır.Çiftçilikle geçinir halk.Gerçi son yıllarda durum biraz değişmiş,yani ben de tatillerde gittiğimde duyuyorum işte,pek de anlamasam da , Kırıkhan'ın geçim kaynaklarının başına Yatır Çek diye bir şey eklenmiş .Neyse bu kısımları beni pek ilgilendirmiyor.Ben benim hatırladığım kadarını yazacağım burada .

 
        Kırıkhan'da herkes birbirini tanır.Aynı yıl doğan çocukları ve nüfusu göz önüne alırsanız.Sizinle aynı yıl doğan akranlarınızın zaten en az dörtte biri zaten sınıf arkadaşınızdır.Diğerleriyle de dershaneden tanışırsınız.Yani sizinle aynı yaşlarda olan , iki dönem büyük ,iki dönem küçük herkesi mutlaka tanırsınız.Ya okuldan,ya dersahaneden, ya spor ,kurs vs bir yerlerden.Gerçi öyle pek bir spor yapılan , çocuklara gençlere yönelik kursların olduğu bir yer değildir.Bir ara ben ortaokuldayken bir basketbol kursu vardı.Ona gitmiştim tek onu hatırlıyorum.Başka da hiçbirşey yoktur.Sosyal hayat erkekler için şehir kulubü,bostan ve kahve demektir.Kadınlar için ise gün gezmeleri.Çocuklar ve gençler için ise hiçbir yer.Çocukken ve hatta ben liseye kadar annenizle güne gidersiniz kız iseniz.Erkek isen de mahallede taştan kale yapılır işte arabalara , gelen geçenin topu çalma bilmem işte bak alırım topunuzu ha dalaverelerine rağmen futbol oynarsınız.

        Herkes herkesin her şeyini bilir.Özel hayat diye birşey yoktur.Yani kimin kızı kimle evlenmiş, kim kimden neden ayrılmış, kimin kocası kimi kimle aldatıyormuş, o ona ne demiş, bu buna nasıl bağırmış.İnanılmaz hızlı bir haber yayılımı vardır.İletişimin en hızlı kullanım yeridir Kırıkhan.Herkes nereye gitse etrafına bakar bu otomatiktir.Refleks olmuştur.Yani bakalım kim var burada tanıdık biri var mı?Çünkü varsa ona göre anlatılacak.Ya da kendisi için de acaba kim var burada beni gören var mı diye. Herkes birbirini çok merak eder.Ve herkes birbirine bir açıklama yapmak zorunda hisseder kendini.Sanki o küçücük ama aslında büyük topluma karşı hep sorumlu hisseder kendini.Hakkında konuşulan kimse ''Sizi ilgilendirmez, herkes işine baksın'' diyemez hiç orada.Hep kendini savunup,insanları inandırmaya çalışır.Halbuki kimse inanmaz ,yine konuşmaya devam ederler.Olan sizin enerjinize olur.Zaten orada enerji düşüktür.Yani günler birbirinin aynıdır.Ve insanların yaptıkları en önemli şey konuşmaktır.Erkekler kahvede, kadınlar evlerde. Kırıkhan'da düğünler sosyal bir eğlencedir.Herkes düğüne gitmeyi çok  sever.Çünkü giyinip ,süslenip gidilip , eğlenilen tek yer düğünlerdir. Yani onun dışında bir yer yoktur eğlenebileceğiniz.Orada da bir kere dans müziği çalar sonra  düğün bitene kadar halay çalar.Saatlerce.Sonra bir de halay başı olma davası vardır:)Beni hep
güldürür.Halay başı olmak çok önemli görevdir.Bu yüzden düğünlerde kavga çıktığı bile olmuştur. İşte benim çocukluğun, ergenliğimin geçtiği Kırıkhan çok çok kısaca böyle bir yerdir. Kırıkhandaki her olay aslında bir yazı eder çünkü.

                Böyle bir kültürde yetişince içinize işleyen bazı şeylerden kurtulmanız da kolay olmuyor.Mesela kaç yaşınızda olursanız olun her soruya cevap verme zorundaymışsınız gibi insanlara açıklamalar yapmaya çalışıyorsunuz.Üzerinize sinen bir sosyal baskı oluyor.Yani acaba yaptığım bir hareketten, söylediğim bir sözden ya da yanımda olan birinden insanlar benim hakkımda ne düşünür. Bir yerde sizi gören birine neden orada olduğunuzu bütün ayrıntılarıyla anlatmaya başlıyorsunuz.Halbuki bu karşınızdakinin umurunda değil.Ya da özel hayatınızı paylaşıyorsunuz.Sizinle ilgili aman bir dedikodu olmasın, aman insanlar yanlış anlamasın diye bir sosyal hayatınız kalmıyor.Aslında siz İzmir'de Kırıkhan'ı yaşıyorsunuz.Hiçbir şeyiniz olmayan, bir bağınız olmayan insanlara bile uzun uzun izahatlar veriyorsunuz.Ü;zerinizde , kafanızda ''El alem ne der ''elbisesiyle gece gündüz geziyorsunuz.Çünkü bu ELALEM  Kırıkhan için tanrıdan sonraki en çok korkulandır.O elalem içinize o kadar yerleşiyor ki.Kurtulamıyorsunuz.Kapalı, tutucu ,  biri oluyorsunuz.Önce kendinizi sonra yanınızdakileri huzursuz ediyorsunuz.İçinizde hep bir kontrol sayacı çalışıyor sanki.Herşeye ve herkese karşı kontrol.Kontrollü olmalı, bulunulması gereken yerlerde bulunulmalı, aman aykırı birşey yapmamalı sonra ELALEM asar, keser Alimallah.İşte arkadaşlar bu Kırıkhan kafası benim içime işlemiş ya.
http://youtube dön kırıkhan
           Ama ben istemiyorum artık.Vallahi artık ben bu Kırıkhan kafamı terketmek istiyorum.Çünkü yoruldum.Yani artık diğer insanların neyi yargılayıp, yadırgayıp , ayıplayacaklarını düşünmeden bir hayat yaşamak istiyorum.Ama işte hemen olmuyor.Çıkışınızın üzerinden yıllar da geçse insan doğduğu , büyüdüğü yerden kopamıyor.Kafa hep orada:(



        ŞU KIRIKHAN KAFANDAN ÇIK ARTIK PINAAAR!

25 Eylül 2016 Pazar

KARARIM KARAR



        Böyle bir gözlük olsa . Nasıl mı. Siyah bir güneş gözlüğü görüntüsünde olacak. Onu taktığınızda görünmez olsanız . Yani taktığın an, hokus pokus püf ve yoksun. Görünmüyorsun. Herkes arıyor bakıyor ama göremiyorlar sizi. Ne güzel olurdu değil mi?Ben istiyorum o gözlükten. Yani kaybolasım var. Bazen bunu sizin de istediğiniz oluyor mu.Kimsenin sizi tanımadığı bir yerde olmak , telefonun cekmedigi bir yer olacak orası. Ne yüzünüzü gören olacak tanıdık, ne de sesinizi duyan.Aslında yılda en az üç gün böyle bir şansı olmalı insanın. Yani kaybolabilme şansı. Yani bunu yapabiliriz gibi. Şimdi ben yazarken onu farkettim . Aslında sihirli bir gözlüğe gerek yok. İsterseniz yapabilirsiniz. Atlarsınız arabanıza , gidersiniz daha önce hiç gitmediğiniz , orada tanıdığınız hiç kimsenin olmadığı bir yere, telefonunu da kapat. Hah oldu işte . Aaaa yani aslında çok da zor değilmiş. Ben yapıcam bunu. Tam da şimdi buna karar verdim.Zaten genelde karar veririm ben. Yani hep bişeylere karar verdim. Gerçi genelde verdiğim kararlara , herşeye rağmen uydum hep ama sıkıntı verdiğim kararların bazılarının yanlış olmasında. Ama artık bununla da baş etmeyi öğrendim. Bir karar verdiysem eğer sonu ne olursa olsun ,onu olduğu zaman düşünürüm diyebiliyorum artık. O an yapılması gerekeni yapıp, sonuçlarını sonuçlar gerçekleştiğinde değerlendirmek üzere ertelemye çalışıyorum. Öteliyorum aslında bu da ne oluyor "Aman işte ben şimdi buna karar verdim , sonra ya pişman olursam "diye kendini didiklemekten kurtarıyor insanı.Hani bi de ne derler " En kötü karar bile karasızlıktan iyidir"  Buraya nerden geldik. Bu aralar kaybolasım vardan işte . Ve bunun için de bir kaç şey yaptım aslında . Şimdi en kısa zamanda da üç günlük yok olma kararımı uygulayacağım.Çünkü çünküsü yok , sadece öyle....


           En azından bugün ben tam da şuanda bir gözlük taktım . Ve beni  hiçbir yerde gören  yok. Ben zaten istemediklerimi görmemeyi öğreneli hayli zaman oldu.




22 Eylül 2016 Perşembe

KİMSEYE KALMAZ



               
                        Ben bir garip insanım,
             Ne tahtım var ne tacım.
             Tut elimden Allah'ım,
             Yalnız sana muhtacım.

                                                  Necip Fazıl Kısakürek





                                  İşte böyle bir dörtlük bu.Aslında bütün hayatın özeti.Ne şimdi içinde oturduğun ev senin, ne de üstünde taşıdığın beden senin.Ne malına güven, ne de güzelliğine ikisi de emanetin.Ne birinden medet um, ne de ağız eğ elaleme.Ne oturduğun koltuk kalır sana, ne de yaslandığın dağlar, tepeler... Kime kalmış ki bu dünya...

                                Hiç MR çektirdiniz mi bilmiyorum ama ben iki kez girdim o makinenin içine zorla.İstemeye istemeye.Böyle arkası kapalı , kafanızdan yaklaşık 30 cm kadar yukarıya kadar kapalı, silindir şeklinde , karanlık bir tünelin içine yüzüstü yatıyorsunuz.Sonra sanırım on beş dakika kadar yüksek sesle gürültüler veriliyor içeriye,yani sanki dibinizde bir matkap çalışıyor ya da çivi çakılıyor kafanızda,belli zaman aralıklarıyla gürültünün şekli değişiyor.İşte orada , o karanlıkta tabutta olduğunuzu düşünüyorsunuz.Mezardasınız.Karanlık.Çıkamıyorsunuz.Bütün hayatınız, günahlarınız geliyor bir bir aklınıza.Pişmanlıklarınız.Boş kaygılarınız.O on beş dakikada ettiğiniz tövbeler, korkular.Anlamsız hırslarınız.Çocuğunuz, aileniz.Ve orada yapayalnız oluşunuz.Hiçbirşeyin ve hiç kimsenin sizi kurtaramayacak olması.Dua etmeye başlıyorsunuz.Çıkınca artık şunu şunu yapmayacağım.İşte artık dünya işlerine bu kadar dalmayacağım, bak işte mezarda böyle olacak . Şunun için, bunun için üzülmeyeceğim.Gibi gibi.Sonra ne oluyor biliyor musunuz?Çok değil bir gün sonra yine kendinizi bu dünyanın içinde buluyorsunuz.Yine aynı boş tasalanmalar içinde, yine kırıp dökmeler içinde,yine koşuşturmalar,yine beklentiler, yine bitişler, başlayışlar....

                          Şimdi bu dörtlüğü okuyunca ,düşündüm de aslında ne tahtım var ne tacım.Sadece bir insanım , dünyadan gelip geçen milyarlarcasından sadece bir tanesi.Denizdeki bir kum tanesi gibi sadece.Bu kadar da önemli değiliz yani.Bir şey beklemek için de insanları seçmek yanlışlarımız.O insana da onu yaptıran Allah aslıda .Dua edeceksek de isteyeceksek de önce Allah'tan istemeli insan.Elinden geleni yapmalı, biraz kendini hayata, kadere, Allah'a teslim etmeli.Böyle yapınca sanki daha bir kolaylaşıyor herşey.Yani benim için öyle oluyor.Şimdi her olanı böyle karşılamaya çalışıyorum.MR denen o kabus cihaza girmesem de son iki yıldır.Kendimi bazen orada hayal edip, durduruyorum.Kontrol etmeye çalışıyorum .



                       Şimdi arkanıza yaslanın ve bu emanet canınızın kıymetini bilin, ne varsa dert ettiğiniz hepsinin geçici olduğuna inanın....Ne dedik bu dünya ne sana ne de bana kalmaz,Sultan Süleyman'a kalmadı böyle,hiçbir kitap yazmaz....

İDARE



     
        Ben bu  hafta, bu  okuldan ayrılıyorum. Yeni bir okulda, yeni insanlarla, yeni bir düzene başlayacağım. Ama geride kalanlardan  keşke gitmesen cümleleri yetiyor insana. Benim şu on iki yıllık iş hayatımda gördüğüm;siz ne kadar kâğıt , evrak islerini bilirseniz bilin eğer insan iliskileriniz , insanlarla iletişiminiz iyi değilse harcanmaya mahkumsunuz. Çünkü güler yüz , hoşgörü olmayan bir yerde yaptığınız işin, hiçbir işin hiçbir önemi yok. Hele ki okulda idareci iseniz.İletişim daha da bir önem arz ediyor. Mutsuz olan bir öğretmenin sınıfta mutlu olması imkansızdır. Bu öğrencilerine , velilerine, idareye yansır. Bu yüzden iyi bir idareci öncelikle öğretmenini mutlu etmelidir. Öğretmenin mutlu olduğu bir okulda ancak huzur ve başarı olur. İşte buradaki dengeyi sağlamak ise idarenin görevidir. İdare sadece gelen yazılara karşılık yazan , nöbetleri ayarlayan,odasına kapanıp koltuğuna oturup kalan insan değildir . İdare , idare edendir. Herkese eşit durandır. Öğretmene yardım eden, sorun çözendir. İşi zorlaştıran değil, bilakis kolaylaştırandır. Yardımcı olandır.Esas mesleğinin öğretmen olduğunu unutmayan , öğrenci menfaatleri için orada olduğunu bilendir. Tüm bunları yapabilen insan  idarecidir . Yoksa o yazıydı, yok ek dersti , ders programıydı bunları herkes  yapabilir. Bunun için özel bir yeteneğe gerek yoktur. Burada özel yetenek, olması gereken Vasıf liderlik, idareciliktir.Bu  ise ,arkadaşlar Yönetmeliği ezberlemekle olmuyor. Tabiki işinize, mesleğinize hakim olmalısınız.Bilmelisiniz.Ama liderlik  içinizde olmalıdır.İnsanları kendinize inandırmak, güvendirmek, insiyatif kullanabilmek, belli bir duruşta kalabilmek, gerektiği yerde dur diyebilmek sizin kendi kişilik özelliklerinizde olmalıdır. Yoksa yönetmelik, internette bir tık kadar yakındır.Açarsınız , okursunuz , uygularsınız ve biter.Bunu yapmak için dahi olmaya gerek yoktur.

             

             






19 Eylül 2016 Pazartesi

SEN DE Mİ BRÜTÜS



           Kimseye inanamamak , güvenememek bir hastalık olabilir mi acaba?

           Ya da bu doğuştan olan bir özellik mi insanda yoksa sonradan mı oluşuyor?

           Yani bütün güveninizi siz durup dururken mi kaybedersiniz yoksa size bunu zorla kaybettirirler mi?

            Peki bununla nasıl baş etmelisiniz?

           Bu güvensizliği yenmenin bir yolu var mıdır?


          Bence güvensizlik doğuştan olan bir özellik değildir.Tüm bebekler güvenmek, güven içinde yaşamaya alışmak  için doğar . Annesine güvenmek ; ona bakacağına ,ihtiyaçlarını zamanında karşılayacağına, yanında olacağına ,onu bırakmayacağına güvenmek ister . Bu iç güdüseldir. Hatta bilim adamları 0-2 yaş arasını Temel güvene karşı - Güvensizlik dönemi olarak adlandırır. Yani bu dönemde ; zamanında doyurulan, zamanında altı temizlenen, zamanında uyutulan , ilgilenilen, annesi tarafından bırakılmayan bebeklerin , yetişkinlikte daha öz güveni yüksek bireyler olarak hayatlarına devam ettikleri gözlemlenmiştir.O zaman demek oluyor ki bu güvensizlik aslında doğuştan olmuyor gibi.Mutlaka bir dış etken olması gerekiyor güvensizlik için. Diyelim ki , aileniz size psikolojik olarak güven verdi. Harika.! Hem kendinize , hem de dış dünyaya güvenerek başladınız hayata. İlk ne zaman başlıyor dış dünya hayatı , okulda.Okulda , arkadaşlarınız , öğretmenlerinizle başlar işte gerçek hayat.Çocuklukta, küçük boyutlarda başlar tabi olaylar.Mesela hiç yapmadığınız birşey için öğretmene şikayet eder arkadaşınız sizi.Ya da hiç söylemediğiniz bir söz yüzünden sınıf arkadaşlarınız size küser.Bunlarla büyürsünüz,ergenlikteki güvensizlikleri ise o yıllarda  en üst seviyede gibi görürsünüz.Sanki bütün dünya üzerinize geliyor gibi hissedersiniz.Aileniz zaten sizi hiç anlamıyor diye düşünür,tek güvendiğiniz insanlar arkadaşlarınız olur.Okulda birlikte olursunuz, akşam eve gidince telefonla konuşursunuz yine de bitiremezsiniz anlatacaklarınızı.O ilişkilerde de küçüklüktekinin bir iki kat fazlasıyla nasıl arkanızdan vurulduğunuzu görürsünüz.Bu kez öğretmene şikayet değil de , ergenlikte en önemli olan arkadaş grubundan uzaklaştırma taktikleri
olur.Fitnelemeler o yıllarda başlar.Dedikodular, kıskançlıklar...Bunların en top yaptığı yıllardır o yıllar.Çünkü ergen ben merkezcidir.Yani kendini çok önemser, dünyası kendisi ve arkadaşlarından ibarettir.En büyük aşk acıları, en büyük hayal kırıklıkları o yıllarda yaşanır.En büyük güven yıkılmaları da o yıllarda olur.Aslında yaşananlar büyük değildir de ergen için kocamandır herşey.Her sorun dağlar gibi görünür.Yani bu insan gelişiminin fizyolojik değişiminin psikolojik getirileridir.Bir taraftan gelecek kaygısı, sınav gerginliği, aşk hayatı, arkadaş kazıkları hepsi bir arada yoğun olarak yaşanır.Güvensizlikle ilgili akılda kalıcı ilk  durumların yaşandığı, güvensizlik temellerinin atıldığı yıllardır.Bu dönemi sağlıklı, daha doğrusu en az zararla atlatırsanız şanslısınız demektir.Şükür biten ergenliğin ardından üniversite yılları biraz rahat geçer.Hem ruhunuz hem bedeniniz biraz dinlenir.Kişiliğiniz biraz oturmaya başlar.O yılları keyifli geçirirsiniz.Ve sonra iş hayatı...Başka bir dünya.Unuttuğunuz güvensizlikleri tekrar hatırlayacağınız yeni entrikalarla dolu bir dünya.Ama yenisiniz, idealistsiniz.Gençsizniz.Gücünüz var.Mücadele edersiniz.Zaten o yıllarda bir eş adayı olur.Söz, nişan , düğün vs. çok da etrafla ilgilenmezsiniz zaten.Derken kendinizi bir evde , yemek yapıp , bulaşık yıkayıp, ütü, çamaşır denen şeytan beşgeninin içinde bulursunuz.Yeni bir ev, yeni çevre...Yeni tanımaya başladığınız bir eşiniz var.Bir taraftan işe gidiyorsunuz.Ama yine de mutlusunuz.Neden? Eeee işiniz, eşiniz, eviniz var.Standartlardasınız yani.Daha ne olsun ki değil mi?Aaaa tabi birşey eksik.Çocuk...Hemen bir de çocuk olsun.Tamam.İşte şimdi tamam olduk.Bütün o yaptığınız işlere bir de çocuk bakımı eklenir.Hem bakıcaksınız yani temel ihtiyaçları,hem de zihinsel gelişimi için gece gündüz konuşup,oyun oynayıp, boyama yapıp, legoları dizip, yok işte puzzlellar  yapıp eğiteceksiniz.Bu arada siz hala güvenmektesiniz.Neye bir gün herşeyin daha az yorucu olacağına.Devam....Bu arada bütün bunları yaparken de takdir edilmezsiniz.Olsun ama siz yine de pes etmezsiniz.Deliler gibi bir çaba içindesiniz.Belki bir gün güzel olacak herşey diye.Sonra aradan yıllar geçtikçe , akıntıya kürek çektiğinizi ve çok yorulduğunuzu farkedersiniz.Aslında bedeninizin gücü vardır da.O bedeni harekete geçirecek ruhunuz çökmüştür.Çünkü hiç beslenmemiş.Aksine kurusun diye herşey yapılmış , susuz bırakılmış aslında.Bir süre sonra ne eşinize, ne evliliğinize , ne de bir gün herşeyin güzel olacağına inandığınız bu hayata güveniniz kalmaz olur. Ki bu aslında büyük bir güven kaybıdır.Yani burada yazdığımız gibi saniyelik bir cümleden ibaret değildir.Bu aslında yıkımdır.Çünkü inandığınız , güvendiğiniz, geleceğinizi , hayatınızı adadığınız bir kurumun boş bir balondan iberet olduğunu, yıllarınızın heba olduğunu farketmek büyük bir yıkımdır.Güvensizlik bu yaşananlarla birlikte artık içinize iyice işlemeye başlar.Ne dedik , bebeklikten yetişkinliğe kadar kaç kez güveniyorsunuz yazdık.Bütün bu gelişimsel dönemlerde de kaç kez güveniniz kırılıyor.Kandırılıyorsunuz,inandırılıp , kaç kez yarı yolda bırakılıyorsunuz bir düşünün şimdi siz de kendi hayatınızı.En yakınınız bazen sizi ortada bırakıveriyor.Ya da şöyle diyelim en yakınım diye gördüğünüz, hissettiğiniz.Ama
maalesef  insanoğlu, unutuyor yaşadıklarını bazen ve tekrar güveniyor , tekrar inanıyor.Çünkü insanın yarası soğuyor, kuruyor.kabuk bağlıyor ve iyileşiyor.Taa ki tekrar yara alana kadar o acı unutulduğu için yine aynı hataları yapma nedenimiz.

          Fakat defalarca aynı şeyler olunca , artık buzlaşıyorsunuz.Katılaşıyorsunuz.Bir kere kimseye inanmamaya başlıyorsunuz.Güvenmemeye.Herkesin, herşeyin geçici olduğunu gösteriyor hayat size.Ve ya en yakınınızın bile nasıl canınızı yaktığını görüyorsunuz.Eğer çıkarlarınız çatışırsa ya da hiç bir çıkarınız yoksa dahi sırf sizi ezmek için neler yapabileceğini görüyorsunuz.Sen benim canımsın,ciğerimsin, seni çok seviyorum laflarının içinin boşluğunu öğreniyorsunuz yıllar içinde.

        Yazdıklarımıza bakarsak demekki güvensizlik sonradan oluyor.Peki bununla nasıl baş etmeliyiz, bunu nasıl yenmeliyiz?  .....SİZCE?


        Bence benim bunu yenmem çok zor .Çünkü benim artık güvendiğim, inandığım kişi ve değerlerin sayısı çok çok az.Yeniden tamir olmam da o kadar uzak ve zor görünüyor ki.Hiç bir şeye şaşırmama dönemine girdim galiba ben artık.Yani bu demek oluyor ki arkadaşlar ben artık herkesten herşeyi bekliyorum.''Yok o onu yapmaz, bu şunu yapmaz ''demiyorum hiç kimse için.Çünkü bence herkes herşeyi yapabilir.

                                      -HERKES HERŞEYİ YAPABİLİR.-

                                   Artık kimseye güvenmeme günlerimdeyim.


                       

   Umarım sizin hayatınız güven ve huzur içindedir.










         



    

16 Eylül 2016 Cuma

KISACIK İŞTE HAYAT

 
     Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin?

     Kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin?

     Çocukluğumuzun , gençligimizin anıları o uzun boylu renkli gözlü yakışıklı Tarık Akan hayata gözlerini kapattı bugün.

     Şimdi ben de dahil arkasından konuşulanlar, ağlayanlar...Geriye bıraktığı ise birçok film, kitap kaldı. Ne mutlu ki onun arkasında kalan bu kadar güzel eser var. Biz de ise ondan kalan çocukluğumuzun en masum duyguları.

      İşte ölüm hepimize bu kadar yakın aslında . Her an en sevdiğimizi kaybedebiliriz. Bunu bile bile bu hırs niye...Bu kavga niye...Paylaşamadığımız ne. Var mı bu sorulara yanıtı olan.Ben bulamıyorum çünkü.Yani bir gün bu hayatın biteceğini bile bile hayatı zehir etmenin anlamı ne.Çok klişe bir laf belki ama doğru hepimizin gideceği yer aynı.


      Geçen gün bir arkadaşımın anlattığı bir hikayeyi paylaşmak istiyorum sizinle.Adamın birine bir teklifle gelmişler. Sana 86 400 dolar vereceğiz . Ama bunu bir günde harcamak zorundasın .Yirmi dört saatte bir bu para sıfırlanacak . Ama kenara atmak yasak. Sadece o gün harcayacaksin.Ertesi gün ise tekrar aynı para. Ne düşündünüz ? Ne harcarsam kâr diye değil mi? Çünkü ertesi gün yok. Biriktirmek de yok. İşte aslında o 86400 aslında para değilmiş. Sadece o adamın biraz düşünmesi için öyle söylenmiş. Aslında o 86400 bir gündeki saniye sayısı. Ertesi güne kalmayan tek şey zaman. Hatta bir saat sonra dahi bu an geri gelmeyecek. İsteseniz de geçen zamanı geri alamayacaksınız.Bu yüzden bize verilen bu hayatın her saniyesi telafisiz. Bunu kimse ve hiçbir şey için üzülerek geçirmeyelim. Tabi ki hep söylediğim gibi teoride kolay pratikte zor ama belki biraz da olsa bu yazdıklarımdan siz okurken ben ise yazarken içselleştirip uygulayabiliriz. En azından bugünü kurtarabiliriz.

        Benim hayatımda kırılma noktalarından birini ben bir cenaze töreninde yaşadım.Beklenmedik ve acı bir ölüm.Bu zaten beni çok etkiledi. Ardından ilk kez bir cenaze törenine gittim.Oraya  gitmemiz ,cenaze namazı sonrasında mezarlık hepsi bir saat sürdü. Sadece bir saatte bir hayat , bir can göçtü gitti dünyadan. Bu kadar.Sadece bu kadar. Herkes döndü arkasını evlerimize gittik. Ben orada herşeyi düşündüm herşeyi.İlk farkettigim ise işte bir gün seni de böyle apar topar getirip gömecekler Pınar. Neyin mücadelesini veriyorsun. Neyin çabasındasın. Sadece 1 hayatın var . Sadece bir tane . On tane olsa harca her birini birileri için. Ama yok. O günden sonra herşey değişti benim için. Herşey. Bana zarar veren herşeyden vazgeçmeye o gün karar verdim. Bir cenaze töreninde. Şimdi sadece yanımda olmak isteyen olsun, beni olduğum gibi kabul eden, değiştirmeye çalışmayan , Kalıplara sokmayan, dikte etmeyen olsun istiyorum. Çünkü hayat gerçekten didişmek için kısa ... Yarına kalan saniyemiz yok.  Şair diyor ya" Hayat bir gün o da bugün" . Bunu ister severek ,ister dövüşerek geçir.Bu senin hayatın ve yöneticisi de sensin.Yönetim başkasında olunca ne sen ne de karşıdaki mutlu olmuyor.


          Bence ya yarına çıkmazsa ya da yarına çıkmazsam diye düşünüp şimdi tam da şuan sevdiklerinize " Seni seviyorum " deyin.


             -  Tek bir HAYAT var ve o da  çok KISA-













15 Eylül 2016 Perşembe

BİR BALIK YA DA BİR YAPRAK



      Siz hiç sudan yeni çıkan bir balığı gördünüz mü? Nasıl çırpındığını.Hiç izlediniz mi? Böyle kendini ordan oraya atışını gördünüz mü?

       Peki hiç rüzgarda oradan oraya uçan savrulan bir yaprak gördünüz mü? Havada bir oraya bir buraya uçuşur...

      Bu ikisini de yakalamaya çalışırsanız tutamazsınız.

      Balık o kadar hızlı çırpınır ki kayar elinizden, sonra inat edersiniz tutmaya. Tutarsınız elinizde ama belki bir kaç dakika en fazla beş dakika sonra ölür. Çünkü onu yaşatan sizin avuçlarınız değil, suydu. Onu yüzdüren , yüzünü güldüren o suydu. Sudan ayrılan balık ne olurmuş . Çırpınırmış, ölmemek için , tekrar suyuna dönmek için çabalarmış.Eğer eline düştüğü kişi biraz sevgisi varsa balıklara belki o balığa Kıyamaz ve atarmış suya. Ama yoksa buz olmuşsa kalbi . Ne balık ne kuş umurunda değilse . Gözünün önünde o can çekişleri izler ve ölümünü izlermiş.Balık ne yaparsa yapsın bu onun sonuymuş.Ve balık kaderine razı olup can verirmiş.Kimse de onu bir daha canlandıramazmış.

        Bir de rüzgarda savrulan yaprak var dedik. Onu da yakalayamazsınız.Tam elinizi atarsınız tekrar uçar gider. Bu kez oldu, yakaladım seni derken ;yine kayar. Çünkü o da kopmuştur bir kere dalından. Rüzgardır onu savuran . Onu tutan daldan kopmuştur.Oradan oraya savrulacaktır. Kimbilir , belki yakalarsınız. Ha gayret tutmaya çalışın da ; o yapraktan kimseye Hayır gelmez. Çünkü yeşili gitmiştir. Kuruyup gitmeye mahkumdur. Ama belki bazıları yapıyor o yaprağı ; yani yeniden canlandırabilenler var . Yeni bir toprağa ve ya saksıya yeniden ek yapabilir misiniz?. Sizce? Bence dökülen , savrulan bir yaprak rüzgârla uçar ve kaybolur gider bir yerlerde:(

     
       İşte bazen o sudan çıkan balık ya da dalından kopan savrulan bir yaprak oluyoruz.

       Halbuki ben o denizdeki balık değil de , denizdeki bir kaya , ağacın ise dökülen yaprağı değil de kökü olmak isterdim.Böylece ne çırpınmak olurdu, ne de savrulmak...








.

13 Eylül 2016 Salı

KIRIKLARI ALIR MISINIZ



       Kuaföre gidiyorum.Oturuyorum koltuğa " Kırıkları alalım" diyorum.Alıyor eline makası on dakika bilemedin on beş dakika sonra bitiyor. Hemen kesip geçiyor. Ne acı hissediyorsun ne ağrı. Oh oldu bitti. Kırıklar gitti.Bir zaman sonra yine mı oldu yine git. Yine hemen kestir geç. Ne güzel. Ya da olmadı kisalt aman zaten kökü bende yine uzar diyorsun. Peki ya kalpteki kırıklar bunun için ne yapmalı. Hangi kuaför alır o kırıkları. Var mı tamir edebilecek güzellik salonu. Belki hani kadınlar psikolojisi bozulunca saçlarıyla oynar tespiti bundan olmuştur. Kalbindeki kırıklar tamir edilmeyen kadınlar kesilirken hiç acı vermeyen saçlarıyla tamir ediyorlardır kendilerini. Ya da boyatıyordur aynadaki kendinden bıkmıştır. Ve degistirebilecegi tek o vardır elinde. Çünkü kaderi değişmiyordur, çünkü hayatı , eşi, evi , işi degismiyordur. Ya da bu değişimi yapacak gücü yoktur. Kendine yetiyordur gücü sadece. Hemen kuaföre koşar. Önce al şu kırıkları. Sonra boya beni , başka biri yap. Saçım değişirse belki değişir herşey:) Ama yanılgı işte bu ...Anlık bir mutluluk.Eve gidince pişmanlık belki de. Tersi de olabilir o bir süre idare edebilir belki de kadını. Sonra bakar ki saç değişince değişen bir şey yok . Artık farklı arayışlara girer. Çünkü var olmak ve hissedilmek istiyordur.Ve maalesef bunu yapabilecek hiçbir kuaförde sihirli değnek yoktur.

       Kalplerdeki kırıkları alacak bir makas da yoktur. Ya siz alışırsınız o kırıklarla yaşamaya her aklınıza geldiğinde biraz daha buzlaşarak ya da tüm onları unutturacak yeni anlar yaşarsınız. İkinci ihtimal biraz düşük arkadaşlar. Bu nedenle bence kırık olduğunuzu bilip onu kanıksayıp onunla yaşamaya alışmalısınız.Yoksa saçlarınızda boyanacak yer kalmaz.Hiçbir saç boyası da o kalbinizin rengini, karanlığını kapatmaya yetmez.

       Ama yine umudunuzu yitirmeyin.Belki tüm öfkenizi susturan, tüm parçalanmışlığınızı bütünleştiren mucizevi bir krem, bir saç boyası ya da kesecek kırıkları alacak bir makas icat edilir. Belki vardır hatta size denk gelmemiştir. Belki karşınıza çıkar. Bulursanız bana da yazın . Çünkü şu an benim bu mucizevi makasa çok ihtiyacım var. Kalbimin kırıklardan temizlenmeye ihtiyacı var.



         Saçlar ve kalp aslında bağlantılıymış. Tek fark biri kesilince acımıyor.Kes , boya, yıka ve çık. Keşke kalp de öyle olsaymış.

         Bu da böyle bir yazı işte.Bence bir kez daha oku!




















     

12 Eylül 2016 Pazartesi

KAREKÖK İÇİNDE ÜÇ...


       Herkese iyi bayramlar öncelikle...Allah kabul etsin herkesin kurbanini.Bugün herkes benden bir bayram yazısı bekliyordur belki de .... İşte çocukluğumuzun bayramları şöyleydi, biz şunu yapardık, buraya giderdik gibi gibi.Ama bugün hiç de öyle bir yazı yazma enerjisinde değilim. Zaten bugün mesajlar, kurbanlar, fotoğraflar, ziyaretler vs herkes fazlasıyla bayram içindeydi.Ben de dahil.Zaten ailemden ayrı geçirdiğim bilmem kaçıncı bayram sayısını bile unuttum artık.Neyse dramatizasyon için de herkes yorulmuştur artık ... Zaten eminim hepimizin hayatında yeterince dram var:) Bir de aman ben yaşatmayayım:)Bayramlaşma faslı bittigine  göre artik yazalim bişeyler bişeyler...

             Arkadaşlar matematik dersini hatilayanlar vardır. Karekök konusunu bilirsiniz. Karekök içindeki sayısı ancak böleni varsa çıkar o Karekökün içinden ...Örneğin Karekökün içindeki sayı dört ise o kök dışına iki olarak çıkabilir çünkü ikinin karesi dörttür. Ya da dokuzsa Karekök içindeki üç olarak çıkar çünkü üçün karesi dokuzdur....Yani Karekök içindeki bir sayının reel bir sayı olarak çıkması için bir sayının karesi olmasi gerekir.Yoksa o orada bin yıl kalsa çıkmaz ... Buraya kadar anlaşıldı sanırım. Peki karesi olmayan sayılar ne yapmalıdır çıkmak için ... Örneğin üç sayısı Karekök dışına çıkmak için ne yapmalıdır. Çünkü üç hiçbir sayının karesi değildir ...Ne yapsın bu Karekök içindeki üç...Evet bunun bir çaresi vardır ... Karekök içindeki ikinci bir üçle çarpılmalıdir... Karekök içindeki iki aynı sayı birbiriyle çarpilırsa kendisi olarak karekökten kurtulur.Yani üç olarak dışarı çıkabilir.Yani bir çarpışma iki hapis olanı dışarı çıkarabilir.Yani hiçbir sayının karesi değilseniz belki sizi , sizinle aynı durumda olan sayı kurtaracaktır. Şimdi bunu insan ilişkilerine döndurelim birlikte. Yalnız ve hapsolmuş hissediyorsanız. Sizi bu yalnızlıktan ancak sizinle aynı durumda olan biri kurtarabilir. Yani siz ağlarken ağlayan, siz dertlenirken elini uzatan ya da dinleyen çünkü aynı duygulardasiniz...Ortak kültürde büyümüşsünüz...Aynı yollarda yürümüşsünüz, aynı doğum gününde eğlenmissiniz, aynı şarkılarla delirmişsiniz, tanıdığınız herkesi tanıyan, gittiğiniz her yere giden ve oraları sizin kadar iyi bilen biri olmalı yaninizdaki.İşte öyle biriyle çarpışırsaniz şanslısınız demektir . Sakın bırakmayın çünkü ancak o çıkarabilir sizi o hapsolmuşluktan. Çünkü siz Karekök içindeki üçsünüz diğer çarpişmalar ise sadece zaman kaybı olur sizin için bence denemeyin bile.Anlamsız çünkü.Yani bence ... Yok ben ille Karekök içindeki dörtle , beşle de deneyeceğim ya tutarsa diyorsanız da yaşayın ve geri köķünüzde kalın:)


        Vee son söz mü?

        Matematik iyidir bilmekte yarar var iyi oğretilirse:)



     

11 Eylül 2016 Pazar

SİHİRLİ SÖZCÜKLER


      Çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren öğretmemiz gereken ve çok da önemli olduğuna inandığım iki cümle var bence;



      ***  Özür dilerim ***

   










 *** Seni seviyorum ***

       Çünkü bu iki cümleyi söylemek o kadar zor ki... Duymaya alışmayan çocuk kullanmıyor tabi ki... Bu durum yetişkinliğe taşınıyor.Kullanmayan , duymayan biri için zor geliyor.
Halbuki sihirlidir bu sözler ... Büyük patlamaların durdurulmasının çaresidir...Açılmaz sandığınız kapıların kilididir.

        Önce ÖZÜR DİLEMEKLE başlayalım. Bir çatışma varsa bu her zaman tek taraflı değildir. Tek başına elimiz ne kadar ses çıkarabilir ...Ancak İki el birbirine çarpınca ses gelir. Mutlaka bir etki sonucu tepki oluşur. Yani kimse durduk yere çıldırmaz bunun mutlaka bir alt yapısı , birikimi vardır. Eğer karşınızdaki o duruma gelmişse sizin de bunda yüzde bir de olsa payınız vardır. Ama kadınların payları olsa bile erkeklerin delirmesinde; yani aslında çok uzun zamandır sabrediyorlardir mutlaka.:) Sabrederken de eksiliyorlar...Yani içindeki sevgisi, saygısı eksiliyordur mutlaka. Evet dayaniyordur , bekliyordur belki hatta şu an yanınızadır belki ama o sabırlar ondan çok şeyi götürmüştür.Yanınızda olabilir ama aslında yoktur. Neyse arkadaşlar Özür dilemeye dönelim. Öyle ya da böyle hepimiz İnsanız ve hata yapabiliriz . Çevremdeki herkes için bir hata payı bırakıyorum ben . Hani mesela süt şişelerini  düşünün , ya da yoğurt kutusu net bir ağırlık yazar ama altında da  +,- 10gr vs. yazar. Yani ölçülebilir şeylerde bile hata payı varken hiç olculemeyen insan davranışlarında hata olması çok çok normal. Çünkü bazen düşünmeden söylediğimiz bir söz, ya da yüz ifademiz , bazı bilinçsiz yaptığımız farkına bile varmadigimiz davranışlar karşımızdakini kırabilir. Bunu anladığımız , hissettiğimiz an Özür dilemeyi bilmemiz gerekir. Özür  dilerim demeliyiz. O yapılan hataların birikmesi , yok sayılması, telafi edilmemesi sizi bitişe götürür. Çünkü kırılan tamir edilmeyen bir kalp tamamen kapanacaktir bir gün.Özür dilemek büyüklüktür. Haklısın diyebilmek herkesin harcı değildir . Sanki " Haklısın hata ettim Özür dilerim" deyince küçüleceğini düşünür bazıları. Ama Hayır ! Özür dilerim dileyebilmek büyümektir.Kazanmaktır kaybettirmez size hiç bir şey aksine kazanırsınız.Evde bugün aynanın karşısına geçip önce kendinizden Özür dileyerek pratik yapın bence. Çünkü mutlaka kendinize de yaptığınız haksizliklar olmuştur. Sonra da üzdugunuz sevdiklerinizden Özür dileyin.... Bence bunu yapın.İyi gelecek.

            Ve o sevdiklerinize ama tabiki önce kendinize " Seni seviyorum " deyin. Eğer seviyorsanız bunu söyleyin ... Çocugunuzun, annenizin , arkadaşınızın, Eşinizin herkesin bunu duymaya ihtiyacı var. Bu söz herkese iyi gelir. Evet sevilmek ama bunu duymak ve hissetmek aslında tek aradığımız koştuğumuz o. Sevilmek...Yine önce ayna karşısında kendinize söyleyin. Pratik yapın. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Sonra da sevdiklerinizi arayın. Belki de yarın bunu söylemek için çok geç olacaktır...

            Bu iki cümle sihirlidir ve hayatıniza alarak bu Sihirden yararlanın bence.

            Ben benim yüzümden üzülen, kırılan kim varsa ÖZÜR DİLERİM.

            AileM, arkadaşlarım tanıdığım görüştüğüm herkese buradan söylüyorum

                                           SİZİ SEVİYORUM




10 Eylül 2016 Cumartesi

KARIŞIK OLDU BİRAZ


     Arkadaşlar öncelikle teşekkür ederim özellikle bayan arkadaşlarıma yani bu kadar okunup bu kadar çok gönüle degmek ne güzelmiş meğer bana bunu yaşatan , güzel yorumlarını yazan herkese çooook teşekkür ederim.

     Aslında yazacak çok şey var bende..Duygu yüklüyüm gerçekten. Yani bazen kisaltip eleyip yazıyorum. Ama yüzlerce kişiyle aynı duygularda buluşmak beni çok etkiliyor tutamiyorum kendimi. Bugün dopdolu geçti benim için arkadaşlar ... Hem cuma , hem bayram geliyor , hem kendime iyilik yapma gunumdeyim. Yani anlatacak çok şey var çok.

     -----Buraya kadar olan kısmı dün gece yazmıştım şimdi cumartesi gününden devam ediyorum-----


         Dün gerçekten güzel bir gündü. Aslında iş konusunda çok da benim yararima olmayan bazı gelişmeler olsa da alıştım mı noldumsa artık aman olursa olsun deyiveriyorum hersey olacağına varır.

          Dün uzun zamandır görmediğim ve sevdiğim bir arkadaşımın ziyareti beni çok mutlu etti.Yazılarımı okuyormuş o ilgiyle.Ama önce "Senden hiç beklemezdim":))Yani güleyimmi, üzüleyim mi, yani güzel yazıyorsun takdir ediyorum ve aslında sen böyle yazabilecek biri gibi degildin gibi mi , yuzeyselsin mi dedi:)))Neyse ardından dedi ki " Yani sanki bu yazılar iki üç elden çıkıyor" :)))Yani hergün başka biri gibi yaziyormuşum kafası karışıyormuş:)))Neyse son olarak da bence kes yapıştır yapıyorsun dedi:)))Allah aşkına eben yaşıyor mu diye bir cümleyi nereden kesip yapıştıp bulacam :) ya da bodrumu kimin hayatından kesicem ya da Kırıkhandaki Yanık Ahmetin duvarı kimin mahallesinde var:)) Yani geriye dönüp okursanız ve beni de azıcık da olsa taniyorsaniz her kelimenin içindeki yaşanmışlığı farkedersiniz.Yani buradan arkadaşa selam olsun yazılar tamamen orijinal gönül rahatlığıyla oku:)

            Gelelim dünün gecesine.... Bir yerde okumuştum ve cok hoşuma giden , sık sık kullandığım bir söz var" Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu  yaşayanlar iyi anlaşır" diye belki daha önce de yazmışımdır burada bunu. Ben buna çok inanıyorum çünkü. Dün de benimle aynı duyguları hissedebilen bir arkadaşımla birlikteydik...Oturduk ,konuştuk, güldük gozlerimizden yaş gelene kadar, şarkı söyledik beraber, ağladık. O kadar çok duyguyu birlikte yaşadık ki unutulmayacak bir anı ekledik birbirimizdeki hanemize... Yarın öbür gün kırılsak , kizsak bile birbirimize tutunacak ipler bağladık kalplerimize. Şimdi bir havuzun kenarında oturuyoruz sessizce.Sadece kuş sesi var burada...Ne güzel....Şükür ....

             

8 Eylül 2016 Perşembe

BEN BODRUMU BÖYLE BILMEZDIM


        Bodrum.... Bodrum....

        İlk gittiğim de başka biriydim. Sonrakiler de ise bambaşka biri. İlk gittiğim de keşke şurda şöyle olsaydım dediğim yerlerde ve durumdaydım sonraki gidişlerimde...Çok İlginç. Önünden geçtigimde ne güzel şu kubbeler dediğim o kubberlerde kaldım iki yıl sonra. İlk gittiğimde yıkıktım. Bitmiştim.. Tükenmiştim... Anlamsızdım... Vardım ama yoktum. Yalnızdım.Sadece oradaydım. Yalnız yüzdüm, yalnız yürüdüm, sabahlara kadar kitap okudum , yalnız uyudum, yalnız şarkı söyledim , yalnız oturdum.... Ne bodrumu gördü gözüm ne de batan güneşi ....Aradan iki yıl geçti ...Ne ben artık eski bendim ne  de Bodrum eski Bodrum.Başkaydı Bodrum ....Ben Bodrumu böyle bilmezdim dedim:) Güneşi ayrı güneş ,denizi ayrı deniz. Balıkları bile değişmiş sanki.... Mandalinalı dondurması... Kalesi... Değirmenleri... Sokakları...Tepeleri....Sesleri... Her şeyi başka .... Her yeri huzur.... Nefes sanki. O kubbeli yerdeyim iki yıl önce önünden geçerken gördüğüm yerdeyim... Tekneler önümde , deniz hareketsiz... İki yıl önce bir kere giremediğim soğuk diye, o buz gibi denizi hissetmek... Ve üşümemek... Nasıl oluyor bu... Hatta gece denize girmek hayatımda ilk defa...Kendimi tanıyamıyorum... Sanki başkasını izliyorum, bu ben olamam!.... Çünkü ben korkağım çünkü ben üşürüm... Çünkü benim hayatımda herşey bu kadar iyi ve yolunda olamaz. Yani hiç olmadı. Şimdi de bir rüyadayım diyorum kendime.Çünkü benim hayatım sadece bana ait değil...Herkes var. Bodrumdaki o huzurum bir daha hiç olmayacak bunu biliyorum.Bir daha oraya gitsem bile aynı şeyleri hissedemeyeceğimi biliyorum.

               Bodrumu çok özlüyorum. Bodrum benim ileride yerleşeceğim bir yer. Beyaz evim, mavi çerçeveli pencereler ve bahçedeki pembe begonviller .... Sabah balık tutmak evin önünden , komşularımla kahve içmek , hediyelik eşya sattığım bir dükkanım olsun... Kızım yazları gelir yanıma torunumla.... Ne güzel olur... Ben Bodrumu özledim. Hem de çok.

              Kim bilir belki bir gün Bodrum yine huzur verir.



BENDEN UZAK DURUN.




             Gereksiz ve bana bir faydası olmayan,bana zarar veren, içimi öldüren,enerjimi kemiren, hiçbirşeyi istemiyorum artık hayatımda ben...Benden uzak dursunlar.Önce işime yaramayan eşyalarla başladım işe , taşınırken hepsini attım gitti.Şimdi de hayatıma yapıyorum bunları zarar verenleri atıyorum.


           SİNİRLİ OLANLAR

          Her an yanımda böyle patlamaya hazır bomba gibi olanlar.Acaba şimdi neye kızacak,ne dersem bağıracak, işte şimdi saldıracak adama.Tüh bu bakışımdan , bu sözümden şimdi sinirlenecek huzurumuz kaçacak diye tedirgin olduklarım.Kendimi hep bir kontrolde olmak zorunda hissetiğim.

          MEMNUNİYETSİZ OLANLAR
 
        Yaşadığı her durumdan şikayetçi olanlar.Sadece onların başına geliyormuş gibi ufacık sorunlarını bile anlata anlata bitiremeyenler.Ne yaparsanız yapın onun için hep daha fazlasını bekleyenler.Hep bir eksiklik bulanlar.Şikayetçiler....Herşeyden, herkesten şikayetçiler....

           ALINGANLAR
     
       Havadan nem kapanlar.Herşeyi üzerilerine alırlar.Hayatı sadece onlardan ibaret zannedip , konuşulan herşeyi onlara sokulan bir laf olarak alırlar.Kendi kendilerine küserler.Çoğu zaman neden küstüğünü bile bilemezsin o kendince birşeylere alınmıştır.Sitem doludur içi.Her gördüğün de sizi ''Nasılsından önce ama ne zamandır hiç aramıyorsun, sormuyorsun''vıdı vıdı başlarlar....

          KISKANÇLAAAR

       Herşeyiniz onlara çok güzel görünür ve batar.Neden o öyle ben değilim, neden onun şusu var benim yok ben daha güzelim, daha akıllıyım, daha zekiyim,mevkim var neden o tercih ediliyor....Aaaaaaay işte en nefret ettiklerim bunlar çünkü bıkmışım artık bu kıskançlıklardan yıllardır.Hep bir süzerler sizi.Saçını aynı yapar, senin gibi konuşmaya, giyinmeye başlar.Bazıları bazen kontrolünü kaybeder ve belli eder.Seni bozmaya çalışır, eleştirir,sanki seni küçümseyince kendisi büyüyecek zanneder.Ama komik duruma düşer.Mutluluğa tahamülleri yoktur.Etrafındakiler hep ondan daha çirkin ve kötü durumda olmalıdır.Yoksa çekemez ve saldırırlar.Feciler bu kıskançlar.Hem de çok  feciler , tehlikeliler egoları için her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmezler.

        DEĞER BİLMEYENLER

     Siz ne yaparsanız yapın bunlara yaranamazsınız.Bir anda bütün yapılanları kaldırıp atarlar kenara.Verilen değeri bir türlü görmezler sadece kendi yaptıklarını anlatıp dururlar.Sizin yaptıklarınıza ise zaten görevindi yapmak zorundaydın gibi bakarlar.Doyumsuzdur bunlar, şükür bilmezler.Hep kendilerinde olmayan için kahırlanıp dururlar.Aman uzak olsunlar.

       SİZE BİR ŞEY KATMAYANLAR

     Sizi bir yerden bir yere taşımayacak olanlar.Hiç bir faydası olmayanlar.Sizin de onlara birşey katamayacağınız kişiler.Olsa da olur olmasa da olanlar.Ne anlattığınızı anlayamayan hiçbir zaman da anlayamayacak olanlar.Vizyonu daracık ,kendi küçücük dünyasından başka kimseyi düşünmeyen düşünemeyenler.Böyle gelmiş böyle gidecek olanlar.Hayatı evi,okulu,işi ve televizyonla geçip gidenler.Bakar körler.


       MENFAATÇİLER
   
    Sadece bir işi düşerse sizi arayanlar.Ya da siz onun yarın öbür gün bir işine yarabilirsiniz ihtimaline karşın bağını koparmayanlar.Ya da menfi işi bittiği günden sonra sizi bir kere dahi arayıp sormayanlar.

   

          Tüm bu yukarıda saydıklarıma ilaveten bana olumlu hiç birşey eklemeyen aksine benden götüren, beni yoran, üzen, sorgulayan,huzurumu kaçıran kimseyi istemiyorum ben.Hiç gelmesin bana.Çünkü ben buyum.Beni şimdi ki benden bir tık dahi ileri taşımayacak, aksine geriye götürecek, yaşam enerjimi alacak herkese kapattım kapıları artık. Olmasınlar benim hayatımda.


         Kimse için  boşa harcayacak zamanım , gücüm yok artık benim.Faydası varsa benim ruhuma , bana; arkadaşımdır.Yok benden götürüyorsa uzaktan selamını aldığım, eldir benim için artık yukarıda saydıklarım.
        

7 Eylül 2016 Çarşamba

MAGAZİN BURDA.!!..SANSASYONEL BİR YAZI...




            Selam selam selam...Tam bir sonbahar gününden , Güzel İZMİR'den selam herkese.


           Yaklaşık bir buçuk ay oldu bu bloğu açalı.Bu bir buçuk ayda 46 yazı yayınlamışım.Ve okuyucu sayısı 10bini aştı.Yani 10 bin bilmem kaç yüz küsür kez tıklanmış, insanlar zaman ayırıp okumuş.Öncelikle bunun için teşekkür ederim.Her ne niyetle olursa olsun, bazıları merak bazıları ilgi bazıları kendinden birşeyler bulduğu için okudu bu yazıları.Okuduktan sonra da ne yorum yapılırsa yapılsın ben zaten sadece iyi olanları duyuyorum.Kötü yorumlar için de kulağım tıkalı sadece hissetiğim de ,o eleştirel yorum yapanlara gıyabında  şöyle diyorum '' Hımmm o zaman hadi sen de iki cümleyi bir araya getir de yaz bakalım seni de görelim'' ve devam ediyorum.Çünkü buradaki benim asıl ve öncelikli amacım kendimi mutlu etmek.Kendimi iyi hissetmek.Ve ben yazınca iyi hissediyorum.Sözümün kesilmeden anlatacaklarımı anlatabildiğim tek yer oldu benim için burası.Bu ise bana çok iyi geldi.Bu yüzden kimin ne düşündüğü önemsiz, ben kendim için devam ediyorum.

         İşte bugün baktım da yazıların okunma oranlarına en çok okunanlar magazinsel yazılar.Sansasyonel olanlar.Yani aslında kendi hayatımdan anlattıklarım. Demek ki en çok merak edilenler onlar.Yani ben merak ediliyorum:))Buna güldüm.Aslında bir taraftan hoşuma da gitti.Ama diğer taraftan da ne kadar ne anlatırsak anlatalım yazılarda okuyucuyu çekenin gerçek ve yaşanmış olanlar olduğunu farkettim.Bu arada burada yazılan herşey gerçek ve benim birebir yaşadıklarımdır(Bu bir itiraftır).Aslında okumanın tek amacının merak gidermek olduğunu gördüm.Aslında benim hayatım , bir gün içinde yaşadıklarım, duygularım buraya yazdıklarımın daha  fazlası.Ve bütün herşeyi şeffaflığıyla yazsam gerçekten de magazinsel olurdu.Gün geçmiyor ki bir hareket , bir aksiyon olmadan.Sabah kalktığımda öğleden sonra için bile neler olabileceğini kestiremiyorum.Ya da akşam için bir plan yapamıyorum mesela ya da yarın için bir arkadaşımla sözleşemiyorum.Hep plan dışı bir şeyler çıkıyor.Hooop herşey değişiveriyor.Yani bir türlü bir rutine giremiyorum.İstesem de plan yapamıyorum.Böyle olunca da aslında yazacak anlatacak çok şey birikiyor gün içerisinde.Ama işte bütün herşeyi burada yazamıyorum.Yaşadıklarımın bir kısmını süzgeçleyip onların içinden bazılarını yazıyorum.Yani genellemeye çalışıyorum.Şimdi geriye dönüp baktığımda ise en çok okunanların benim özelimi azıcık anlattıklarım olduğunu görüyorum.Demekki merak edilen özel şeyler ,geneli zaten herkes görüyor ve biliyor:)))değil mi?


          Yani toplum olarak başkalarının hayatını merak ediyoruz.Magazinsel şeyler ilgimizi çekiyor.Yoksa ne gerek var di mi canım kuşları, çiçekleri herkes biliyor:)Bize aksiyon gerek , konuşacak mevzu gerek.Ben de okuyucuların bu ilgisini tabiki dikkate alıp genelden özele doğru yumuşak bir geçiş yapmayı planlıyorum.Madem merak ediliyorum.Bu merakı boşa çıkarmayalım.

 
         Daha samimi yazılarla buluşmak üzere.Teşekkürler herkese.

6 Eylül 2016 Salı

KIŞ GÜNEŞİ





               Bizim gençliğimizin en popülerlerinden biriydi Tarkan ve onun efsane şarkısı Kış Güneşi.O zamanlar ne çok dinlerdik ama o sırada şimdi anladıklarımı anlamıyordum bu şarkıdan.Yani o  zaman çocuktuk. Tarkan'ı zaten çok seviyorduk müzik de güzel.Dinliyorduk artık nasıl dinliyorduk yani ben de öyle kalıcı bir anısı yoktur hatırladığım sadece bir şarkı işte.Ama bugün nereden aklıma geldiyse bir anda şu cümleyi söylerken buldum kendimi. O Şarkıda geçen unutulmaz cümle ''Yanlış Zaman Yanlış İnsan Tutunmak İmkansız  Bıktım Yamalı Sevdalara''.Sonra açtım hemen ''Yanlış Bahar Kış Güneşi''

               Kış güneşini bilirsiniz güneş çıktı diye sevinirsiniz evden , pencereden görünce böyle bir heyecan alıyor içinizi o üşüdüğünüz günlerin ardından güneşi görmek içinizi ısıtıyor.Kendinizi dışarıya atıyorsunuz  ama dışarıya bir çıkarsınız ki ne;  kuru , buz  gibi hava , ayaz , soğuk...Eeeee hani ya güneş vardı.Hani güneş çıkmıştı görmüştünüz.Güneş var evet orada görünüyor da ısıtmıyorki.Sadece var. Yani kış güneşi işte  o;  görüntüde oluyor da işlevi gerçek olmuyor.Sıcak olmuyor yani.Yani yanlış zaman da doğan güneş ancak bu kadar olur görünür ama ısıtmaz.Yani bahar daha gelmemiş.Hala kıştasınız.Biraz daha beklemeniz gerek gerçekten ısınmak için . Öyle içeriden bakıp da kışın çıkan güneşe aldanmamak gerekir.Eğer kışsa tedbirinizi alıp çıkmalısınız, dışarı güneş de olsa.Yoksa üşürsünüz. Aldanmış olursunuz.Yanılırsınız.Hangi mevsimde olduğunuzun farkında olmanız gerekir.Zamanından önce olan herşey mutlaka yanlıştır.

             Adamın biri, kozasının içinde kıvranan bir tırtılı görür ve ona üzülür.Çünkü çok zorlanıyordur çıkmak için.Ona yardım etmek ister.Kozasını yırtmasına yardımcı olursam hemen çıkar ve bu eziyetten kurtulur diye düşünür.Kozayı eliyle parçalar ve tırtılı çıkarır.Bununla da büyük gurur duyar.Yardım ettim diye övünür kendiyle.''Bak debeleniyordu ben kurtardım onu''diye.Fakat tırtılcık bir türlü kanatlarını doğrultup uçamamaktadır.Uğraşıyor ama olmuyor uçamıyor.Kendi başına kozasından çıkan arkadaşlarının hepsi uçmaya başlamışlar.Ama bizim tırtıl bir türlü başarılı olamıyor.Kanatlarını çırpamıyor.Neden acaba...Çünkü tırtılların kozalarını parçalamak için harcadıkları kuvvet onların kanatlarını güçlendirir, uçmaya hazır hale getirir.Kozadan çıkmayı başaranlar artık uçabilirler hakkı kazanmış olurlar.Yani aslında o adam ona iyilik yaptığını sanarak aslında en büyük kötülüğü yapmıştır.Hiç uçamamasına sebep olmuştur.Diğerleri gibi çiçekleri gezememesine sebep olmuştur.Herşeyin bir zamanı vardır.Ve herşey ancak zamanında olursa gerçek ve kendi olur.Her yemeğin pişme süresi farklı,her meyvenin oluş mevsimi ayrıdır,çayın bile bir demlenme süresi vardır tam demlenmeden içerseniz çiy bir tat gelir ağzınıza.Zamanından önce olan herşey yapaydır, sunidir, hormonludur.Kendi değildir.Yürümeye hazır olmayan bir çocuğu zorla elinden de tutsanız yürütemezsiniz. Etrafımızı ,doğamızı izlediğimiz de örneklerle doludur.Zamanından önce biten birşey mutlaka tekrar başlar, ya da zamanını dolduran birşeyi de ne yaparsanız yapın durduramazsınız.Şimdi yaz mevsimi bitiyor.Siz ne yaparsanız yapın  Kasımda Temmuzdaki güneşi göremezsiniz çünkü zamanı değil zamansız. Zamansız doğan güneş de ısıtmaz işte.


             Aslında bu yazı ve bu şarkı için söylenecek birden fazla son söz olabilir.


            1.Kışın gördüğünüz güneşe aldanmayın!

            2.Zamansız olan her şey,  çakmadır inanmayın!

           3.Hiçbir kalp de  kıyamete kadar kapalı kalmaz ,zamanı gelince açılır!


         

              

5 Eylül 2016 Pazartesi

KEBAPLAR,TATLILAR..........................




                Yemek yemek ne güzelmiş.O tatlılar, mantılar, kebaplar hepsi ne kadar lezzetliymiş meğer.Ben bunların tadına yeni vardım desem  inanır mısınız.

                 Beni tanıyanlar bilir.Ben zorla iki lokma yemek yiyen onu da mecburiyetten bir yerlerde düşüp kalmayayım diye ite kaka yiyen biriydim.Ortalama kilom 47- 48di.50 kg olmak için içmediğim şurup, vitamin hapı kalmadı arkadaş ama nafile bir türlü 50 kiloyu göremiyordum.Bu yıllarca böyle sürdü.Genç kızken beni tanıyanlar sonradan gördüklerinde acıyarak bakarlardı memlekete gittiğimde.''Ah yazık sonu gelmedi bu kızın da şuna bak ne güzel kızdı nasıl olmuş'' Yani eski tombiş halimden eser yoktu yıllarca.34 beden kıyafetleri dahi (zaten zar zor bulunur) daraltıyordum.Bazen çocuk reyonundan aldıklarım da oluyordu.Birileri iştahla bir şey yiyince sinir oluyordum.''Ay ne görseler canları istiyor halbuki daha yeni yemek yedik''gibi bişeyler söyleniyordum.Şöyle iştahla bir öğün bile yiyemezdim.Hep burun kırın...Vel hasıl arkadaşlar bana bişey oldu.Mart ayında taşındım ben evimi değiştirdim.İşte o günden sonra olanlar olmaya başladı.İçimden bir iştah canavarı çıktı.Deli gibi yemek yemeye başladım.Her gördüğümü istiyordum.Hatta bazen yemek için gözüm dönüyor sanki hiç doymayacak gibi hissediyordum.Hala öyle hissediyorum.:) Yani yemek yiyorum ardından tatlı istiyorum, meyve, çikolata, dondurma ve çeşit çeşit herşey.Mart ayından bu yana tam 10 kg aldım yani ayda 2 kg almışım.Kendimi tanıyamaz oldum.Hiç doymuyorum.Hiçbir kıyafetim olmuyor tabiki.Aslında normallleştim.Yaşımın gerektirdiği kilolardayım belki ama alışık olmadığım için beni rahatsız etmeye başladı.Rahatsız oluyorum ama iştahımın önünü kesemiyorum.Ve hayatta ne büyük ne güzel tatlar varmış.Mmmmmm ve ben bunlardan yıllardır yoksunmuşum.Ne çok sıkmışım kendimi yıllarca.Neyse bu arada sigara içiyordum onu da bıraktım.Bir de ordan iştahım arttı.Şimdi geçen hafta spora başladım.Sıkı çalışıyorum amaaaa:) Yani belki kilo vermem yavaş olabilir ama biraz kaslar toparlanır diye düşünüyorum.

         
              Şimdi burada mesainin bitmesini beklerken gözümde canlanan o yiyecekler yazdırdı bana bunları.O kebaplar, dürümler, sarmalar , dolmalar falan filann.Yani iştahlı olmak da ayrı birşeymiş canım.Ye Ye YE nereye kadar yani.İkisinin ortası olsa çok iyi olurdu.Çok açım:(

4 Eylül 2016 Pazar

DİZİLER BAŞIMIZIN TACI



             Yani merak ediyordum insanlar gözlerini ayırmadan nasıl saatlerce bir diziyi sabırla izleyebiliyorlar diye. Çünkü ben yirmi dakika dayanamıyorum ... O kadar yalan o kadar sahte ve zorlama geliyor ki konuşmalar olan olaylar. Aynı sahnenin dakikalarca durup bir fon muzigiyle birbirine öylece bakan kadın erkek. Birbirlerine bir türlü kavusamiyorlar. Her türlü entrika oluyor. Tam doğrular öğrenilecek birsey oluyor yine kalıyor. Birbirini seven ama kavusamayan çiftin mutlaka ya ailesi ya da Sosyo ekonomik durumları bir araya gelmemeleri için herşeyi yapıyor. Evler hep çok güzel ve lüks.Kadınlarin hepsi manken saçlar hep bukle bukle...Erkekler de jön tabi. O bakışlar yürüyüşler hep aynı tarz tabiki hepsi de çok romantik :) Böyle şiirsi cümleler , jestler, sürprizler ( bence dizi baslamadan nasıl reklam yerleştirme var diye yaziyorlarsa gerçek hayatta böyle adamlar yok diye uyarı yazmalilar:))Neyse işte ... Sonra ilişkiler birbirine girmiş ... Herkes sırayla birbiriyle sevgili oluyor. Ya da biri diğerinin gayri meşru çocuğu falan çıkıyor.Yani böyle karman çorman bişeyler oluyor. Artık Bu kadar da pes diyorsunuz bazen. Ve bunları anlayabilmek için takip etmenize gerek yok. Reklam aralarında biraz baksanız hemen çözüyorsunuz.

            Gelelim bunları neden izlediğimize.İşte ben bu haftasonu buldum onu. Bu iki gün boyunca tam altı farklı dizinin tekrar bölümlerini oturdum izledim. Biri reklama girince diğerine geçtim. Öyle öyle bu haftasonu dizi izledim. Ve neden izlendiğini şimdi buldum kendimce.Eğer çalişmiyorsaniz yapacak başka birşeyiniz yoksa izliyorsunuz. Ya da yoğun çalışıyorsanız da biraz o yogunluktan kurtulmak için bakıyorsunuz öyle boş boş biraz uzaklaşmak için yani. Bazılarımız ise kendi hayatımızda olmayanı görmek için izliyoruz. Birbirine aşık yakışıklı bir erkek ve cok güzel bir kız ay ne romantik ne hoş etrafimizda goremedigimiz hayatlar. Onlara bakıp bakıp hayallere dalıyor ben de böyle birşey yaşarmıyım diye. Sonra kendi ilişkisini sorgulamaya başlıyor biz neden romantik değiliz :) Sanal hayatlar , ütopik hikayeler zengin oğlan fakir kız hikayelerinin içinden kendi hayatlarını kaçıran kadınlar ile dolu artık evler.Dizi izlemekle geçirilen vakti kendi eşimize , çocuğumuza ayırmaz olduk.Benim bu haftasonu dizi izleme sebebim ise öncelikle evde durmak istemem, yalnız kalmak istemem, kendi hayatımdan uzaklaşmak istemem, kimseyi görmek istememem oldu. Aslında hoşuma da gitti.Oradaki iinsanlara bakarken evet gerçekten uzaklaştım. Dinlendim. Güldüm bazen , bazen gözlerim doldu.Yani diziler  bazen işe yarıyormuş diye düşündüğüm oldu.Ara sıra olunca çekiliyorMuş.

         Yani bazen sanal hikayeler gerçek hikayelerden daha iyi olabilirmiş. En azından üzülmuyorsunuz izlerken. Aman dizi işte canım deyip geciyorsunuz. Zaten gerçek değil. Çünkü bazen gerçek hayattan kaçmak istediğiniz anlar olabiliyor. Bunun için çare sahte sahte diziler:) Arada izlemekte fayda var.Çünkü gerçek hayat ordakiler gibi renkli değil. Dizileri destekliyorum süper oyalayici ve uyutucu . Yani devam hanımlar iyi yapıyorsunuz. Yoksa bu hayat çekilmez:))






3 Eylül 2016 Cumartesi

BAHÇE VE GÖNÜL



     Bir bahçeye giremezsen
     Durup seyran eyleme
     Bir gönül yapamazsan
     Yıkıp viran eyleme

                           Yunus Emre


      Söylemiş... Hadi bakalım ne demiş acaba. Ne demek istemiş.Giremeyecegin bahçenin onunde durup da bakıp kendine eziyet etme. Zaten giremeyecegini biliyorsun. O zaman oraya bakıp durmanın kime ne faydası var. Yani oradaki çiçekler , meyveler sana ait değil ve belki de birini bile alamayacaksın. O zaman vaktine enerjine yazık değil mi.Sen en iyisi kendi bahçeni eşelemeye devam et. Peki ya sadece görmek için bakiyorsa. Bu ona yetiyorsa. Tabi ki yok öyle birşey yetmez. Hep daha fazlası istenir. Hep daha fazlası. Önce sadece izlesem yeter denir. Tamam izle diye izin verilir. Bir süre sonra ya böyle uzaktan olmuyor bir kerecik koklasam başka birşey istemem. Peki hadi gir içeri, kokla. Koklar aaa ne güzel kokuyor.. Ama böyle olmuyor ki yani sadece koklamak yetmez koparSam evimde vazoya koysam ... Hem hep görmüş ve koklamiş olurum... Hep ve tek benim olur ne güzel. Peki kopar denir ama koparirsan ölür. "Yok ben ona iyi bakarım , öldürmem" der. Ve koparir... Kendine alır. İlk gün evet bakar. Koyar bir vazoya. Ya sonra .....Çiçek solmaya başladıkça tekrar bahçeye gider ... Yine izlemeye başlar .... Yeni solacak çiçekler için ... Demek ki sizin olmayan bahçeye girerseniz emek etmediginiz için kolay olur koparıp soldurmak... Bahçeye giremiyorsan orda durup seyreyleme!Git kendi bahçeni yap. Ya da bir saksı al ona ek bir çiçek. Tek olsun ama senin olsun. Sadece senin...Bak bakalim o zaman böyle kolay oluyor mu koparmak.

        İkinci dizemiz neydi.Ooooo işte bu dize biraz ağır.Bir gönül yapamazsan Yıkıp viran eyleme... Bir insanı hayatıniza alırken artıları ve eksileriyle alırsınız. Artılarını alayım eksilerini istemem. Ya da ay artıları iyi de gitsin kendini yerle bir etsin degistirsin bana öyle gelsin diye bir şey yok. Eğer böyle baslarsaniz işe zaten baştan kaybetmissiniz.Şimdi bu söze bağlıyorum hemen. Yani baştan görüp kabul ettiğiniz , güven telkin ettiğiniz bir insanı eğer yarı yolda birakacaksaniz hiç girmeyin hayatına .... Kimse için bir gün değişir diye beklemeyin. Eğer onu olduğu gibi kabul edebiliyorsaniz yanında olun. Yok katlanamam diyorsanız da kimsenin hayatını çalmayın. Yıkıp viran etmeyin. Inandirmayin kendinize...Guvendirmeyin demek istiyor bence Yunus Emre. Ya da eğer baktın gördün yapamiyorsun gitmeyi bilin diyor belki de. İnceldiği yerden kopmasını beklemeyin ipi kesin diyor da olabilir. Yani birini mutlu edemeyecegini anladiginda ille de onu perişan etmeden bana uymuyor deyip çekilin de diyordur belki de...


        İşte böyle birşeyler. Bir cumartesi gününden geriye kalan sadece bu yazı olacak benim için... Çünkü geri kalanı hatırlamak istemiyorum. Sadece bir yazı yeter.




         

2 Eylül 2016 Cuma

TURGOR BASINCI



       İnsan Oğlu ne garip ne doyumsuz ... Aslında ruhumuz aç... Ruhumuz hep iyi hissetmeye aç. Kendini değerli ve huzurlu hissetmeye ... Bunu hissetseniz bile bir süre sonra geçince bu duygu hemen uzaklaşıveriyoruz...

        Kimyada Turgor basıncı diye bişey vardı lisede hatırlıyorum. Yoğunluğu az olan madde yoğunluğu fazla olan maddeyle yanyana geldiğin de basınç eşitlenene kadar o maddeye doğru akış gösterirdi. Bu o zamandan dikkatimi çekmiş yaklaşık on sekiz yıl geçmesine rağmen unutmamışım. Basınç eşitlenince de bir süre sabit kalıyor sonra tekrar daha yogun madde gelince tekrar ona göre ayarlıyor basıncını...Ya da bitki hücrelerinin su alıp önce isteyerek sonra o suyun fazla gelmesiyle sisip hücre duvarına yaptığı basınç gibi birşeydi..İşte ben bunu şimdi insan kimyasiyla düşünüyorum. Biz de öyleyiz neye ihtiyacimiz varsa ona yöneliyoruz . İyi hissetmeye ... Değerli ve mutlu hissetmeye ... Ancak yanında iyi hissettiğimiz insanlara yöneliyoruz.Birlikte gülebildigin, birlikte susabildigin, aynı şeylerden zevk alabildiğin, aynı şeye aglayabilidigin insanlara yöneliyoruz. Onlarla geçiriyoruz vaktimizi...Aynı Şarkıda oynayabildigin ya da müzik çalinca oynayabildigin, birlikte bağırış çağırış şarkı soyleyebildigin ...Aynı sofrada aynı yemeklerden yemekten zevk alabildiğin, sadece sen istiyorsun diye değil de o da sevdiği için aynı müzikte kederlenmek , aynı müzikte zıplayabildigin insanlarin yaninda olmak istiyorsun. Yanında koşulsuz güven duymak istiyorsun bilmelisin ki her ne olursa olsun karşıda ki senin zaten diğer yarın ve iki de bir , bir yerleden birsey çıkarıp sana laf sokma derdinde değil. Senin rakibin değil aynı yolun iki yolcusunuz ve bir yarışta değilsiniz . Ve bütün bunları hissetmeginiz birinin yanında olmuyosunuz . Uzaklasiyorsunuz ... Sessizce kopuyorsunuz aslında .... Çünkü aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu yaşayanlar iyi anlaşıyor.Eleştirildiginiz , her yaptığınızı kontrol etmek zorunda oldugunuz oortamlarda , durumlarda durmuyorsunuz.  İsteyerek olmuyor bu. Bu bilinç altinizdaki sizin yönetimi. Sorgulanmak, elestirilmek, yargılanmak istemediğiniz için Uzaklasiyorsunuz ... Basınç eşitliği sağlamak istiyor çünkü kimyanız... Gidiyorsunuz... Daha iyi hissettiğiniz birinin yanına ya da yere...Çünkü hepimizin zamanı kısıtlı ve tek bir hayatımız var. Bir tanecik. Ve bunu keyifle huzurla gecirmek istiyorsunuz ... Ve aynı şeylerden zevk alan aynı şeylere Kahrolan insanlarla ... Belki bazen ağlayarak bazen gülerek ... Ama aynı şeylere. Derdiniz mutluluğunuz ortak olan insanlarla. Yani siz mücadele içinde debelenirken bunu küçümseyen  insanlarla geçirmek istemiyorsunuz ... Gibi gibi..



       Yani aslında çok basit hesap. Sade sadece iyi hissetmek. Kendini iyi hissediyorsan devam ama hissetmiyorsan uzaklaşma  oluyor.... Bu işin kimyası bu:) Yani biz değil. Doğamız böyle .... Hepimiz birbirimizin hayatında iyi hissettiğimiz sürece varız yoksa malum son... Herkes yoluna ....

ŞİMDİ OKULLU OLDUK



      Merhaba , selam...

      Arkadaşlar bilindiği üzere dün itibarıyla yeni eğitim öğretim donemimiz başladı. Öyle Bir başladı ki pir başladı. O kadar yoğun ve o kadar hareketiydi ki dün iki satır yazı dahi yazamadım. Bırakın yazı yazmayı iki gündür hiç konuşmadan durduğum Bir saat bile gecirmedim. Ve aslında bu yoğunluğu ne kadar ozledigimi farkettim. Gerçek hayatıma dönüş buydu. Yoğun ve yorucu iş. Şimdi aranızda bir ilkokulda ne iş olabilir diye soranlar vardır eminim özellikle öğretmen olmayanlar içinden. Ama öyle değil işte hicbirsey dışarıdan göründüğü gibi değil.

     Öncelikle ALİ BAYIRLARda olmak benim için büyük keyifti.Çünkü burasi benim İzmir'deki ilk geldiğim okul. Buradaki insanlar benim İzmirdeki hem ilk hem de hiç kopmadigim nerdeyse on yıllık arkadaşlarım bu yüzden de özel bir yer. Ve sanki hiç gitmemisim gibi hissetmek de ayrı bir haz. Demek ki bir yerden ayrılırken nasıl ayrıldığınız , gitseniz dahi arkanizi unutmamaniz onemliymis. Gün olup devran dönüp geri gelebilirsiniz. Geri döndüğünüzde ise aman nerden geldi yerine iyi ki geldin denmesi büyük mutlulukmuş.Herkesle kaldığın yerden devam edebilmek süper.Yani ne olursaniz olun ister yönetici , ister patron, ister genel müdür eğer insan iliskileriniz iyi değilse bildiginiz o kâğıt evrak işlerinin size hiçbir faydası olmuyor ve bir şekilde görevinizi yurutemiyorsunuz ve harcaniyorsunuz.Yani koltuklar , makamlar gelip geçici baki kalan ise senin arkandan söylenecek güzel anılar ...

        Neyse biz dün öğretmenlere kapilarimizi açtık bayramdan sonra da öğrencilerle tam olarak okullu oluyoruz. Üç buçuk yaşımdan beri yani otuz yıldır okula gidiyorum yani ömrüm okulda geçti diyebiliriz. Emekli olmama da yirmi dört yıl var yani daha uzun yıllar okula gidicem. Ve çok da önemli olduğunu düşünüyorum işimizin insanların en çok değer verdiği varlıkları bize emanet ediliyor ve bunu şekillendirmek eğitmek de hayattaki en önemli işlerden ilk sıralardaki.Bir insan yetiştirmek, hem akademik hem davranış olarak eğitmek... İşte bu dışarıdan göründüğü gibi kolay değil. Ailelerin bir iki saat ilgilenmedigi bir ya da iki çocuğu düşünün. Biz o çocuklardan yirmi tanesiyle bir sınıfta hergün altı saat hep dikkatlerini açık tutarak kimi zaman tiyatrocu kimi zaman şarkıcı kimi zaman dansçı olarak öğretmeye çalışıyoruz . Tabi tüm bunları yaparken de otoritenizi koruyarak sınıf yönetimini elinizde tutarak bütün enerjimizi harcıyoruz. Eve geldiğinizde kendi çocuğunuzun sadece bir anne demesine dahi tahammüllunuz kalmıyor çünkü siz o sabrinizi başkalarının çocukları için bitirmiş oluyorsunuz.Hasılı öğretmenlik zor zanaat ... Kim ne derse desin çok zor ama manevi yönden de bir o kadar doyurucu...


         Yani yaz yaz bitmez bizim meslegimiz. Her ders her gün ayrı bir anı ayrı bir hikaye çünkü her çocuk kesfedilmeye hazır ayrı bir dünya...

         Tum egitimci arkadaşlarım yeni  eğitim öğretim yılımız hayırlı olsun. Ve degerimizin görüldüğü takdir edildigimiz bir gelecek bizi beklesin ....